Dünya’daki en zor mesleklerin başında doktorluk geliyor.

Öncelikle tıp fakültesini kazanmak için iyi bir temel eğitim almanız ve okul yaşantınız boyunca da bu istikrarı korumanız gerek. Her yiğidin harcı değil maalesef. Tıbbı kazanınca iş bitmiyor tabi. 6 yıl tıp eğitimi, sonrasında 5 yıl uzmanlık. Bu demek oluyor ki çocukluğunuz, gençliğiniz kısacası en güzel yıllarınız bu mesleği yapabilmek uğruna geçiyor. 
Daha bitmedi. “Uzman oldum artık rahatım.” gibi bir durum yok maalesef. Uzun mesai saatleri, saatler süren zorlu ameliyatlar, günlerce uykusuz nöbetler, icaplar vs. liste uzayıp gidiyor. Bir hayat kurtarmak uğruna kimileri çocuğunun doğumunu göremiyor;  yakınının cenazesine, düğününe katılamıyor; kimileri ise eşinin doğum gününü kutlayamıyor. “Bu kadar da değil, abartma!” diye içinizden geçiyor olabilirsiniz. Fakat durum tam olarak böyle. Çünkü ben de bir doktor eşiyim. Çocuğu doktor çıksın diye emekli olmasına rağmen ek işte çalışan ana babanın ya da çocuğu babasının eksikliğini çekmesin diye doktor babasının yerini alıp hem anne hem baba olan eşin durumunu en iyi ben anlarım. “Ama iyi de para kazanıyorlar” diyebilirsiniz. Maalesef ona verecek cevabım da “Hayır.” Belki eskiden iyi evlerde oturup, iyi arabalara binip, iyi de maaş alıyorlardı. Ama artık günümüzde durum böyle değil. Artık daha zor şartlarda çalışarak iyi evlerde oturup, iyi paralar kazanmıyorlar. Bunca eziyeti bir hastayı iyi etmek için harcıyorlar. 
Devlette bir doktor günde ortalama 80 ila 100 hasta bakmak zorunda kalıyor. MR, ultrason gibi cihazlar her gün bunca insana doktor tarafından doğru teşhis koyabilmek için aralıksız çalışıyor. Hal böyle olunca ne doktor hastalara yetişebiliyor ne de hastanedeki cihazlar hastalara yetebiliyor. Özel hastaneler deseniz ona da para yetmiyor. Genelde yaşanan olumsuzlukların faturası da doktora kesiliyor. Geçtiğimiz yıllarda Aile Hekimleri Birliği, araştırmasında 10 hekimin 9’unun şiddete maruz kaldığını ortaya koymuş. Bakılan hasta sayısı arttıkça şiddete maruz kalma olayı da artıyormuş. Eşim Bingöl’de çalıştığı zaman günde 100 ila 125 hasta bakıyordu. Tabi bir de gün içerisinde ameliyatlara da giriyordu. Eve geldiğinde eğer o gün 80 hasta bakmışsa kendisini şanslı görüyordu. Buna rağmen eşim de birçok doktor gibi hasta veya hasta yakını tarafından şiddete maruz kaldı. Bazı geceler öldürülme korkusuyla uykusuz geceler geçirdik. Sebebine gelirsek, içeride hasta varken başka bir hastanın dışarıda beklemesini söylediği için. Yani doktorun hasta haklarını savunması başka bir hasta tarafından öldürülme korkusu yaşamamıza neden oldu. Şiddetin nedeni bu kadar basit. Aslında şiddete uğrayan veya öldürülen onca doktorun öldürülme sebepleri de bu kadar basitti. O yüzden sağlıkta karşılaşılan sorunların faturası bir doktora kesilmemeli. 
Hele ki Türkiye’de bir doktora ulaşmak bankaların müşteri hizmetlerine ulaşmaktan daha kolayken...  Yurt dışında hasta olduğunuz zaman aile hekimi görmeden hastaneye gidemiyorsunuz veya acilde saatlerce bekleyebiliyorsunuz. Kısacası doktora ulaşmak ülkemizdeki kadar kolay değil. Türkiye’de en basit bir şikayetle bile acile gittiğinizde sizinle ilgilenecek bir doktor mutlaka bulursunuz. “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz.” Atamızın bu güzel sözündeki gibi Türk hekimlerimizin ve tüm hekimlerimizin kıymetini bilelim. Sadece doktor değil, yaşayan her canlıya şiddetin önüne geçelim. 
Bunca zorluğa ve şiddet olaylarına rağmen pandemide en ön safta canını ortaya koyarak çalışan, bir hasta kurtarmak uğruna canını dişine takan ve çoğu zaman bu yüzden ailesinden uzak kalan, yaşanan afetlerde düşünmeden bir can kurtarmak uğruna günlerce uykusuz kalan ömrünü bu mesleğe adamış başta eşim olmak üzere tüm hekimlerimizin 14 Mart Tıp Bayramı kutlu olsun.